Son Dakika Günlük Haberler

11 Mart 2013 Pazartesi

İlkokul Yıllarım


                         İLKOKUL YILLARIM

Yoksullukların beraberinde getirdiği huzursuzluklarla geçen çocukluk yıllarımı azda olsa hatırlıyorum. Köyümüz Türkiye’nin en büyük köylerinden biriydi.
      Biz fakir bir aile idik, mezarlık yakınlarında odası olmayan ahşap 2 katlı 45 metre kare bir evimiz vardı. Alt katta sığırlarımız yatar üst katta on baş horanta bir arada yaşadık. Köyde elektrik yoktu. Geceleri gazyağı lambası kara lastik veya çam ışığı ile evimizi aydınlatırdık. Evimizde su yoktu. Tüm köylü suyu Kez ban hatun camisinin önündeki büyük pınardan bakraçlarla herkes evine su taşırdı. Okul çağım gelmişti. 1956 yılında Kez ban hatun camisinin yanındaki Molla Yusuf’a ait iki katlı ahşap bir evde okula başladım. Üç ay sonra
         Şimdiki adıyla İstiklal mahallesine köy halkı tarafından yaptırılan iki derslikli okula taşındık. Evimizde ders çalışacak özel bir oda yoktu. Bir kara kalem bir defter birde silgim olurdu. Defterin yazılan sayfalarını siler günlük derslerimi yazarak. Okul sonuna kadar İdare ederdim. Kitap konusunda arkadaşlarımdan faydalanırdım. Özel bir ayakkabım yoktu. Ben çorabın ne olduğunu bilmedim. Ayakkabım kara lastik yâda babamın sığır derisinden yaptığı ham çarığı giyerdim. Sabah öğle iki öğün okula giderdim. Ben gilgil darı ekmeği yiyerek büyüdüm. Çok zaman kahvaltısız okula gittim. Eğer akşam yemeğimizden birkaç lokma kalmışsa sabahleyin onu yiyip. Okula öyle
        Giderdim. Giderken bir yarıntı odun götürürdüm. Odunsuz gitmezdim çünkü içeri alınmaz diğer arkadaşlarım gibi okulun kapısından geri gönderilirdim. O tarihlerde kız çocukları okula gönderilmezdi. Çünkü köyde örümcek kafalı insanlar gayet çoktu. 
         Başta anlattığım gibi köyün bir tek pınarı vardı evlerde suyun olmadığı gibi okulumuzda su yoktu. Teneffüse çıktığımızda su içmek için okula yakın evlere koşardık. Evlerde su olmadığı zaman koşarak pınara gider suyumuzu içer nefes nefese okula dönerdik. Derse geç kaldığımızda vay başımıza gelenler öğretmenimiz bizi cezalandırırdı. Yarım saat sınıfın bir köşesinde tek ayaküstü dineltirdi. Kışın soğuğunda bağrımızı açtırarak yirmi dakika buz gibi kar’ın üzerinde yatırırdı. Ben bunları hep yaşadım. Ve böyle ilkokul okudum.
            Bu yazıyı neden yazdınız. Derseniz 07 Mart 2013 günü İstiklal Mahallesi ilkokuluna öğretmen ziyaretine gidiyordum. Okulun bahçesindeki çeşmeden su içen bir öğrenci gördüm. Aynı okulda okuduğum öğrencilik yıllarım aklıma geldi. Vay be dedim. Bizim zamanımıza bak şimdiki zamana bak dedim ve duygulandım. Görüyoruz şimdi okullar pırıl, pırıl öğrencilerin odun götürme sıkıntıları yok elbise ayakkabı ve kahvaltı sıkıntıları yok. Komşu evlere veya pınara koşup su içme sıkıntıları yok. Soba yakma sıkıntıları hiç yok çünkü tüm okullar kaloriferli. Her şeyleri dört dörtlük Bizler çıra ışığında ders çalışırken şimdi Okulda evde her yerde elektrikler pırıl, pırıl
       Yanmaktadır. Okulun Lavabolarında sabunlar hazır. Ellerin yıkanıp kurulanması için peçeteler hazır. Bırakın lavabolara sabun koymayı anamız sabun bulamaz çamaşırı meşe külü ile yıkardı. Tüm aileler böyleydi. Şimdiki öğrencilerimiz çok şanslılar. Ayrıca şimdiki öğrencilerimizde okuma hevesi çok her öğrenci okuma azmiyle yaşıyor. En fakir ailede olsa çocuğum okusun bir yerlere gelebilsin diye çabalıyor bizim zamanımızda böyle değildi çocuk okumak istese aile karşı çıkardı. Aile okutmak istese çocuk okumak istemezdi. Çünkü fakirlik vardı. O günkü ailenin tek düşüncesi çocuğu iki keçisi ile bir ineğine çoban olsun yeter. Okuyup ta ne olacak derlerdi.
Âşık Ali Ataş 07 Mart 2013
---------------------------------


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SAYFA DEĞİŞTİR

AA