İLKOKUL YILLARIM
Yoksullukların beraberinde
getirdiği huzursuzluklarla geçen çocukluk yıllarımı azda olsa hatırlıyorum.
Köyümüz Türkiye’nin en büyük köylerinden biriydi.
Biz fakir bir aile idik, mezarlık
yakınlarında odası olmayan ahşap 2 katlı 45 metre kare bir evimiz vardı. Alt
katta sığırlarımız yatar üst katta on baş horanta bir arada yaşadık. Köyde
elektrik yoktu. Geceleri gazyağı lambası kara lastik veya çam ışığı ile evimizi
aydınlatırdık. Evimizde su yoktu. Tüm köylü suyu Kez ban hatun camisinin
önündeki büyük pınardan bakraçlarla herkes evine su taşırdı. Okul çağım
gelmişti. 1956 yılında Kez ban hatun camisinin yanındaki Molla Yusuf’a ait iki
katlı ahşap bir evde okula başladım. Üç ay sonra
Şimdiki adıyla İstiklal mahallesine köy
halkı tarafından yaptırılan iki derslikli okula taşındık. Evimizde ders
çalışacak özel bir oda yoktu. Bir kara kalem bir defter birde silgim olurdu.
Defterin yazılan sayfalarını siler günlük derslerimi yazarak. Okul sonuna kadar
İdare ederdim. Kitap konusunda arkadaşlarımdan faydalanırdım. Özel bir
ayakkabım yoktu. Ben çorabın ne olduğunu bilmedim. Ayakkabım kara lastik yâda
babamın sığır derisinden yaptığı ham çarığı giyerdim. Sabah öğle iki öğün okula
giderdim. Ben gilgil darı ekmeği yiyerek büyüdüm. Çok zaman kahvaltısız okula
gittim. Eğer akşam yemeğimizden birkaç lokma kalmışsa sabahleyin onu yiyip.
Okula öyle
Giderdim. Giderken bir yarıntı odun
götürürdüm. Odunsuz gitmezdim çünkü içeri alınmaz diğer arkadaşlarım gibi
okulun kapısından geri gönderilirdim. O tarihlerde kız çocukları okula
gönderilmezdi. Çünkü köyde örümcek kafalı insanlar gayet çoktu.
Başta anlattığım gibi köyün bir tek
pınarı vardı evlerde suyun olmadığı gibi okulumuzda su yoktu. Teneffüse
çıktığımızda su içmek için okula yakın evlere koşardık. Evlerde su olmadığı
zaman koşarak pınara gider suyumuzu içer nefes nefese okula dönerdik. Derse geç
kaldığımızda vay başımıza gelenler öğretmenimiz bizi cezalandırırdı. Yarım saat
sınıfın bir köşesinde tek ayaküstü dineltirdi. Kışın soğuğunda bağrımızı
açtırarak yirmi dakika buz gibi kar’ın üzerinde yatırırdı. Ben bunları hep
yaşadım. Ve böyle ilkokul okudum.
Bu yazıyı neden yazdınız. Derseniz
07 Mart 2013 günü İstiklal Mahallesi ilkokuluna öğretmen ziyaretine gidiyordum.
Okulun bahçesindeki çeşmeden su içen bir öğrenci gördüm. Aynı okulda okuduğum
öğrencilik yıllarım aklıma geldi. Vay be dedim. Bizim zamanımıza bak şimdiki
zamana bak dedim ve duygulandım. Görüyoruz şimdi okullar pırıl, pırıl
öğrencilerin odun götürme sıkıntıları yok elbise ayakkabı ve kahvaltı
sıkıntıları yok. Komşu evlere veya pınara koşup su içme sıkıntıları yok. Soba
yakma sıkıntıları hiç yok çünkü tüm okullar kaloriferli. Her şeyleri dört
dörtlük Bizler çıra ışığında ders çalışırken şimdi Okulda evde her yerde
elektrikler pırıl, pırıl
Yanmaktadır. Okulun Lavabolarında
sabunlar hazır. Ellerin yıkanıp kurulanması için peçeteler hazır. Bırakın
lavabolara sabun koymayı anamız sabun bulamaz çamaşırı meşe külü ile yıkardı.
Tüm aileler böyleydi. Şimdiki öğrencilerimiz çok şanslılar. Ayrıca şimdiki
öğrencilerimizde okuma hevesi çok her öğrenci okuma azmiyle yaşıyor. En fakir
ailede olsa çocuğum okusun bir yerlere gelebilsin diye çabalıyor bizim
zamanımızda böyle değildi çocuk okumak istese aile karşı çıkardı. Aile okutmak
istese çocuk okumak istemezdi. Çünkü fakirlik vardı. O günkü ailenin tek
düşüncesi çocuğu iki keçisi ile bir ineğine çoban olsun yeter. Okuyup ta ne
olacak derlerdi.
Âşık Ali Ataş 07 Mart 2013
---------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder