Son Dakika Günlük Haberler

14 Mart 2013 Perşembe

Aşık Ali Ataş Kimdir?

                  ŞAİRİN KENDİ KALEMİNDEN:     
      Ben Ali Ataş 11 Temmuz 1946 tarihinde, Kahramanmaraş’ın Çağlayancerit Köyünde Değirmen Gözü’nde tarlada ekin biçerken annem beni dünyaya getirmiş. Her nedense nüfusa 08 Şubat 1948 doğumlu olarak kaydettirmişler. Adım Ali, soyadım Ataş. Âşık mahlasımdır. Okuma yazması olmayan bir ailenin üçüncü evladıyım. Babam, Dedemin Pazarcıklı olduğunu söylerdi Doğumu bilinmemekte, 01.07.1862 tarihinde vefat etmiştir. Babam Dabanlı aşiretinden Veli Ataş. Lakabına Ateş derler. Annem Fatma. Lakabına Gronun kızı derler. Kızıllı aşiretinden Kara Bekir’in torunudur. Yoksullukların beraberinde
huzursuzluklarla geçen çocukluk yıllarımı azda olsa hatırlıyorum.
        Ben şimdiki çocuklar kadar şanslı biri değildim. Oyuncaklarım olmazdı. Tahtadan, kartondan, tenekeden kendim yapıp oynamak isterdim. Fakat babam oynamama izin vermeyip, oyuncaklarımı kırardı. Çağlayancerit Kahramanmaraş’ın ve Türkiye’nin en büyük nüfusuna ve en kalabalık hanesine sahip köylerinden biriydi. 1986 yılında kasaba 1987 yılının Haziran ayında ilçe oldu.
        Biz fakir bir aileydik. Mezarlık yakınlarında, odası olmayan, ahşap, iki katlı kırk beş metre kare bir evimiz vardı. Alt katta sığırlarımız yatar, üst katta anne baba çoluk çocuk on baş horanta bir arada yaşadık. Köyde elektrik yoktu. Geceleri gazyağı lambası, çam, lastik, kırıntıları ve mum yakarak evimizi aydınlatırdık. Tüm evlerde olduğu gibi bizim evimizde de su yoktu. Köyün gelini, kızı Keziban Hatun Camisi’nin önündeki pınardan bakraçlarla evlerine su taşırlardı. Evimiz pınara çok uzaktı. Bizlerde bakraçlarla evimize su taşırdık. O tarihlerde köye üç dört metre kar yağardı. Pınara gidilmediği günlerde annem kar eriterek içecek suyumuzu ve sığırlarımızın içecek suyunu temin ederdi. Okul çağım geçiyordu.1956 yılında Keziban Hatun Camisinin yanındaki Molla Yusuf’a ait iki katlı, ahşap tek odalı evde okula başladım.
      Bir kara kalem, bir defter, bir de silgim olurdu. Defterin haftalık ders yazılarını siler günlük derslerimi tekrar yazarak okul bitinceye kadar bir defteri kullanırdım. Ders kitaplarım olmazdı. Özel bir ayakkabım yoktu. Kadran lastiği ya da babamın sığır derisinden yaptığı ham çarığı giyerdim. Çorabın ne olduğunu bilmedim. Buğday ekmeğin bilmezdik. Gilgil darı ekmeği yiyerek büyüdüm. Çok zaman kahvaltısız okula gittim. Akşam yemeğimizden birkaç lokma kalmış ise sabahleyin onu atıştırır okula öyle giderdim.
        Kış günlerinde öğlen eve gelmezdim. Öğle yemeğim çantamda bulunursa iki diş tarhana ve iki cevizdi. Okula giderken her öğrenci gibi bir parça odun götürürdüm. Götürdüğümüz odunları okulda sobada yakarak ısınırdık. Sınıfta seksen beş erkek öğrenciydik. Aramızda kız öğrenci yoktu. O tarihlerde kız çocukları okula gönderilmezdi. Çünkü köyde örümcek kafalı ileriyi göremeyen insanlar çoktu. Şimdiki adıyla İstiklal Mahallesi’ndeki Merkez ilkokulunun yerine köy halkı tarafından yaptırılan tek katlı, iki derslikli okula Şubat tatilinde taşındık.
       Başta anlattığım gibi köyün bir tek pınarı vardı.
Evlerde suyun olmadığı gibi okulumuzda su yoktu. Teneffüse çıktığımızda su içmek için okula yakın evlere koşardık. Evlerde su olmadığı zaman okula üç yüz metre uzaktaki pınara yağmurda yağsa, karda yağsa koşarak gider, suyumuzu içer, nefes nefese okula dönerdik. Derse geç kaldığımızda vay başımıza gelenlere. Öğretmenimiz bizi cezalandırırdı. Yarım saat sınıfın bir köşesinde tek ayaküstü dineltirdi. Ya da kışın soğuğunda göğsümüzü açtırarak yirmi dakika kar üzerine ağzı üstü yatırırdı. Bunları hep yaşadım.
      O tarihlerde köyün fahri imamı Hasan Basri Tükel Hocadan dini dersler aldım. Okulda elimden her iş gelirdi. Öğretmenim ve arkadaşlarım bana usta derlerdi. Öğretmenim okumamı çok istiyordu. Fakirlik nedeniyle İlkokuldan sonra okuyamadım.  1960 yılında ilkokul diplomamı aldım. Dördüncü sınıfa geçtiğimde şiir yazmaya başladım. 09.Nisan.1959 yılında rüyamda Ahmet amcanın bana içirdiği bir yudum çay beni sanki sarhoş etmişti. Ve daha çok şiir yazmaya yönlendim. Çay hikâyemi web sayfamda (benim yaşadıklarımın 3.bölümünde okuyabilirsiniz.)
       Yazdığım Şiirlerde Genelde Çağlayancerit Halk’ının dertlerini, yaşantılarını dile getirdim. Şiirlerimde kimseyi
Ötekileştirmedim. Devamlı birlik beraberlik çağrıları
Yaptım. Üzüntümü, sevincimi, öfkemi, kısacası tüm duygularımı şiirlerimle anlatmaya çalıştım.1959–1967 yılına kadar yazdığım şiirlerimi bir defterde toplamıştım. Şiir defterimi bir yolculuk sırasında kaybettim. Yinede şiir yazmaya devam ettim. Dağda bayırda, gece ay ışığında gaz lambası ve mum ışığında şiirler yazdım.
      Şiirlerimde aşk ve sevda memleket sevgisinin yanı sıra toplumsal bozuklukları da anlattım. Mizah yüklü yergi, taşlama şiirlerim gençler ve yaşlılar arasında ezberlenip söylenmeye başlandı. Öğrencilik yıllarımda gazete ve kitap okumayı çok severdim. Fakat okuyacak ne gazete, ne kitap bulabilirdim. Köy muhtarı Salman kâhyaya ağabeyli karakolundan gelen askerler Karagöz isimli gazeteler getirirlerdi muhtar okuduğu gazeteleri bana verirdi ben okurdum. Ayrıca o tarihlerde köye katırlarıyla Darendeli kitap satan insanlar gelirdi. Köprübaşındaki Karaveli Ali’ye ait evin ahşap balkonuna kitap sergisi açarlardı ancak kitapların kapak başlıklarını okurdum.
       Orada bulunan Salman K. isimli yaşlı amca: Okumaya meraklı olduğumu biliyordu. “Ali bana baba de, sana istediğin kitapları alırım.” deyince öyle sevindim ki Salman amcaya baba dedim. Bana istediğim dört tane kitabı aldı. Sevincimden uçuyordum. Kitapları alıp eve geldim. Babam evdeymiş “Nerden aldın o kitapları?” dedi. “Salman amcaya baba dedim, o aldı.” dediğimde babam sinirlendi. Sayfasını bile açmadığım kitapları elimden aldı yırttı, dördünü de ateşe atıp yaktı. Ve beni iyi bir dövdü.
      Hacı Dayımda bazı kitapların olduğunu biliyordum. Ağlayarak dayıma gittim. Dayımdan emanet birkaç kitap aldım. Korkumdan dayım ile birlikte eve geldik. Babam yine kitapları elimde görünce çıldırdı. “Bu defa kime baba dedin?” deyince dayım “Kitaplar benim, emanet verdim. Okusun sonra alırım.” dedi. Bir müddet sonra dayımın kitaplarını teslim ettim. Şair Abdurrahim Karakoç’un “Hasan’a Mektuplar” isimli şiir kitabı elime geçti, onu okudum. Karakoç sanki Cerit’i Cerit’liyi anlatıyordu. Bu şair benim ilham kaynağım oldu.
      O günlerde durup durur iken beni birde saz çalma merakı  
sarmıştı fakat sazım yoktu. Tenekeden kendime bir saz yaptım. Kısa zamanda teneke sazımla saz çalmayı öğrendim. Daha sonra babamın bana verdiği harçlıkları biriktirip bir saz aldım. Saz çaldığımı duyan köyün bazı örümcek kafalı insanları babama saz çalmanın günah olduğunu, öldüğümde cehennemde yanacağımı söylemişler. Babam bu insanların sözlerine inanarak saz çalmama izin vermedi. Bir müddet sazı komşularda sakladım. Bir gün komşudan sazımı alıp eve getirdim. Evde saz çalıyordum. Aniden babam geldi. Sazı elimden aldı duvara vurup kırdı. Sazımın kırılmasına dayanamadım.
     O gece babama küserek evden ve köyümden kaçtım. O tarihlerde köyün yolu ve arabası yoktu. Peşimden gelen olur korkusuyla yola gitmedim tepeden tepeye giderek, bazı yerlerde kısığın o coşkulu ve soğuk sularını geçerek, on dört saat aç susuz, yayan yürüyerek köye otuz kilometre mesafede olan asfalta vardım. Bir yük kamyonuna binerek Maraş’a gittim. Kimseyi tanımıyordum. Yatacak yerim de yoktu. Birilerine sordum. Bana bir yer tarif ettiler, gittim. Tarif edilen yer, Saray altı Mahallesi’nde Hüseyin Emmi’nin hanı imiş. Bu handa günlüğü on kuruşa bir yıl kaldım, işsizdim. Param yoktu. İnşaatlarda çalıştım. Hamallık, ayakkabı boyacılığı Yaptım. Günlük gazete sattım. Sonraları bir fotoğraf makinesi alıp fotoğrafçılık yaptım,
Şiir yazmaya devam ediyordum.
      Yazdığım şiirlerimi matbaalarda çoğaltarak çarşıda, pazarda, mahallelerde satmaya başladım. Biriktirdiğim üç beş kuruş ile kendime yeniden bir saz aldım. Şiirlerimi satarken çok zaman sazım yanımda olurdu. Bulunduğum müsait ortamlarda çalar söylerdim. Etrafıma toplanan insanlara irticalen söylerdim. Bu da insanların hoşlarına giderdi. Fakat zabıtalar bana bir türlü rahat ettirmediler. Birçok şair ve âşıklarla karşılaşıp tanıştım. Şairlerle atışmalar yaptım.1967 yılıydı Kahramanmaraş’ta çarşı başında şiir satıyordum. Temmuz’un sıcağında abalı, ham çarıklı, kıl çoraplı, başı poşulu, iri yarı birini gördüm. Yanına sokuldum. İrticalen kim olduğunu, yazın bu sıcağında neden bu kıyafetle gezdiğini sordum. Aniden irticalen bana cevap vermeye başladı. Şaşırdım.
       Sonunda Abdulvahap Kocaman olduğunu öğrendim. Özür dileyip elini öptüm. Sırtımı sıvazladı. Meğerse kendisi de teybiyle kendi sesiyle okuduğu kasetleri satıyormuş. Atışmalarımızı kasete kaydetmiş. Bana bir kasetini hediye etti. Bu büyük şairi asla unutamam. Önceleri de ismini duyardım. Fakat tanımazdım. Böylece tanışmış olduk. 14 Ağustos 2005 tarihinde vefat etti. Kendisine Allah’tan rahmet ailesine ve yakınlarına sabır baş sağlığı diliyorum. Türkiye’de birçok il, ilçe, köy dolaştım.
      Halk’ım beni Âşık Ali olarak tanıdı. Sayfanın başında da anlattığım gibi Âşıklık mahlasını bana halkım verdi. Macerayı ve övünmeyi sevmem. Olduğum gibi görünmeye, göründüğüm gibi olmaya çalışırım. Son zamanlarda içine kapalı bir insan olarak toplumlardan uzaklaşır oldum. Velhasıl gurbetin kahrını çok çektim. Türkiye’nin birçok ilini gezdim. Tekrar Kahramanmaraş’a döndüm. Annem, şehre gelip gidenlerle evine dönsün diye ara sıra haber salıyordu. Annemi kıramazdım.
      Geçmişte babama olan dargınlığımı, kırgınlığımı unutarak tekrar köyüme döndüm. Ve evlendim. 27.11.1968 tarihinde askere gittim. İlk birliğim Sivas Temel Tepe. Burada Yılmaz Güney ile tanışma imkânım oldu. İki ay sonra Tokat’a tayin oldum. Tokat’ta da Muhlis Akarsu ile Tanıştım. İkisi de vefat ettiler. Allah rahmet eylesin. Eve mektup yazıp sazımı istedim. P.t.t. ile gönderdiler. Komutanlarım çalıp söylememe engel olmadılar. Cumartesi, Pazar günleri alayın anons hoparlöründen çalar söylerdim.
      Muhlis Akarsu ile subay gazinosunda bir defa sahne aldık.İki ay sonra Usta Birliği’ne gitmek üzere kura çektik. Muhlis Akarsu Erzurum Hasan Kale’ye, ben Gaziantep’e gidecektim Komutan yerlerimizi değiştirdi. Ben Erzurum Hasan Kale’ye, Muhlis Akarsu Gaziantep Top Taburu’na gitti. Daha birbirimizi göremedik. Yirmi dört ay askerlik yaptım. Asker ocağında şiir yazmaya devam ettim. O tarihlerde yazdığım şiirlerimin birçoğu bulunduğum il ve ilçenin mahalli gazetelerinde birçok dergi ve kitaplarda yayımlandı. O günkü gazete ve dergileri hala saklarım. Köyüme döndüğümde işsizdim. Yapacak bir işim yoktu.
       Birkaç yıl Çukurova tarlalarında çapa vurdum, pamuk topladım. Kendime bir meslek edinmeyi düşündüm. Bazı elektronik kitaplar alıp okuyarak, usta yanında çalışmadan radyo tamirciliğini kısa zamanda, kendi kendime A’ dan Z’ ye öğrendim. Cerit’te elektrik yoktu. O zaman gaz ocağı vardı. Ocakta demir ısıtarak radyonun lehim işlerini yaptım. Radyo malzemelerini bir avuç parça olarak alır radyo kiti işlerdim. Radyoların dış kabinlerini bizzat kendim yaptım. Birçok yeni radyolar imal ettim. Radyoculuğun yanı sıra televizyon tamirciliği ile ilgili elektronik kitap ve dergiler okuyarak televizyon tamirciliğini de kendi kendime öğrendim. Bir televizyon aldım.
      Bir dinamo bir su motoru alıp Jeneratörü kendim yaptım. Televizyonu bir müddet evde seyrettik sonra bir yer kiralayarak 1977/1978 yıllarında iki yıl çay ocağı çalıştırdım. İki yıl sonra çay ocağını başka bir arkadaşa devrettim veresiye defterinin sayfasını açmadan sobaya vurup yaktım. 1984 yılında köye elektrik geldi. Tamirciliğin yanı sıra bir müddet elektrik, tesisatçılığı su tesisatçılığı, sıvacılık, yaparak, geçimimi,
sağladım. 
     Yaşadığım hayatımı, üzüntülerimi, sevincimi, pişmanlıklarımı, ibretlik olayları tüm yönleriyle anlatsam sayfalar yetmez. Birçok insanın hayatı acı, tatlı yaşanmış gerçeklerle doludur. Yaşananların bir kısmı anlatılabilecek ve ders alınabilecek türlerden olduğu gibi bazı olaylar ise yaşayanda sır olarak kalır. Gizlidir, anlatılmaz.

      Bir yakınıyla dahi paylaşmaz. O insanın kendisiyle birlikte mezara gider. Ben de o kişilerden biriyim. Her insan için yaşanmış üzüntünün, sevincin, başarının ve başarısızlığın hayatın birer parçası olduğunu anlatmaya çalıştım. Hayattan ümit kesilmemesi gerektiğini, insanlar arasında komşulukların, dostlukların, arkadaşlıkların bitmemesini daim olmasını isterim. Çektiğim cefa ve sıkıntılara rağmen bugün her şeyimi babama borçluyum. Allah rahmet eylesin. Eğer babam sazımı kırmasaydı belki köyümden ayrılıp gurbete gitmezdim. Köyümden çıkmazdım. Hayatın zorluklarını, çilelerini yaşamasını bilemezdim. Belki de şiir dahi yazamazdım. “Maalesef  babama olan evlatlık borcumu ödeyemediğimi geçmişteki hatalarımı ancak kendim baba olduğumda anladım.”
      Çocukluğumda babamdan gördüğüm ağır baskılar bugün dahi rüyalarıma girer. Babama, anneme ve tüm
ölmüşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. 1995/96 yıllarında bir kamera alarak düğünlerde bayramlarda kamera çekimleri yaptım. 04.Mayıs.2003 Tarihinde bilgisayar ve internet ile tanıştım. Malatyalı Hasan Üstgül dostumun yaptığı (http://www.atasali.com/) sitesi sayesinde Çağlayancerit’in tanınmasına büyük katkıda bulundum.
     Şiirlerimi ve ilçede olan günlük haberleri web sayfamda yayınlama imkânı buldum. Dünya insanları Çağlayancerit’i ve Âşık Ali’yi daha yakından tanıdılar. Halk’la iç içe oldum. İnternet ortamında çok şair ve yazar dostlarım olmuştur. İlçemizde üniversite okuyan gençlerimiz ve hiç tanımadığım birçok üniversite öğrencileri biyografimden, yazılarımdan şiirlerimden faydalanarak tezlerini tamamlamışlardır. Oda benim için gurur vericidir. 31 Ağustos 2013 de yayımlanan (Çağlayancerit’in Sesi) gazetesinde yedi ay kadar köşe yazarlığı yaptım. Binlerce şiirlerimi ve makalelerimi bu Web
(http://atasali.blogspot.com.tr/) (http://cerithaber.blogspot.com.tr/ )sayfalarımda yayımlamaya devam ediyorum.     
      Özel bir albümüm yok. Teyp kasetlerine kendi yazdıklarımı ve bazı sanatçıların eserlerini sazım eşliğinde okudum. 60 lık ve 90 lık olarak 25 tane çalıp söylediğim ses kasetlerim var. Teknolojiden yararlanarak tüm ses kayıtlarımı videolarımı internet ortamına aktardım. Ayrıca Kahramanmaraş, Aksu televizyonunda Adıyaman Asu televizyonunda canlı yayınlara katılıp sohbetler edip şiirler okudum.
                       ------------------------------------
      1967/2017 yılları arasında yazdığım tüm şiirlerimi
Kitaplaştırdım. Bu konuda çok mutluyum. Yayınlanan
Kitaplarımın listesi şöyle:
1.  (Çağlayancerit) isimli şiir kitabım Ekim 2011 yılında
    (144) sayfa olarak Ukde yayınlarından çıktı.
2. (Anlatamadım) isimli şiir kitabım Ekim 2012 yılında
    (144) sayfa olarak Ukde yayınlarından çıktı.
3. (İnanmadılar) isimli şiir kitabım Mayıs 2014 yılında
    (208) sayfa olarak Ukde yayınlarından çıktı.
4. (Dinlemediler) isimli şiir kitabım Aralık 2015 yılında
    (224) sayfa olarak Ukde yayınlarından çıktı.
5. (Düşünüyorum) isimli şiir kitabım Aralık 2016 yılında
    (224) sayfa olarak Ukde yayınlarından çıktı.
6. (Umudu Kestim) isimli şiir kitabım Ekim 2017 yılında
    (224) sayfa olarak Ukde yayınlarından çıktı.
7. Şiir kitabımı hazırlıyorum beklide şiir kitapların
    Sonuncusu olur. Şimdilik isim arıyorum.
8. (Çağlayancerit ve Yaşanmış Gerçekler) isimli genel
    Kültüre dayalı kitabım basıma hazır. Allah nasip ettiyse
    Önümüzdeki 2018 yılında yayımlanacaktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SAYFA DEĞİŞTİR

AA